SEYDİŞEHİR ETİ ALÜMİNYUMUN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

ANAYASA MAHKEMESİNİN ÖZELLEŞTİRME İPTALLERİ.

    Temmuz 2024. Şimdi sırada Seydişehir Eti Alüminyumun Özelleştirilmesi var. Bir önceki yazımda Türkiyede Kamu Kurumlarının Özelleştirilme Nedeni hakkında açıklamalar  yapmıştım. Bu yazımda Seydişehir halkı ve Eti Alüminyum işçisinin özelleştirilmeye bakış açılarını yorumlamaya çalışacağım.

Önceki yazımda 24 Ocak kararları ile fabrikaların satılması kabul edildi diye belirtmiştim. Halkın ağzına verilip başlarına yapıştırdığı sakız gibi zarar ediyor lafı ağızlarından eksik ettirilmedi.

Evet; Seydişehir halkı ağızlarına verilen sakız nedeni ile özelleştirmeye alkış tutmuştu. Bana göre bunun,  dört  sebebi var.

1 – İşçi 1967 yılından 1990 yılına kadar kazandığı tüm parasını Seydişehir halkı ve esnafına veriyordu. Seydişehir esnafı da parasına para, malına mal katıyordu. Fabrika işçisi, çarşı esnafının gözünde, -teşbihte hata olmasın- ”Sağmal İnek” idi.

Ne yazık ki bazı esnaf kesiminin gözünde  işçinin zevki için para harcama hakkı yok idi. Onlara göre işçiye bisiklet bile çok, yürüsün! Kirada oturacağı ev, ona çok bile! Para biriktirmek, ihtiyacı ve zevki için parasını harcamak gibi bir hakkı, olamazdı!  Ama çarşı esnafının ise, Allahın emri imiş gibi her şeye hakkı vardı. Her 2-3 senede bir arabasını değiştirecek.

Seydişehir de bir evi olacağı gibi Antalya da veya başka yerlerde 1-2 tane yazlığı olmalı! Bunları nereden mi biliyorum? Toplum içinde konuşulanları duyduğum gibi, esnafı savunup, işçiyi kötüleyenlere de, gerekli cevabı verenlerdenim.

1990 yılı ve sonrasında Türkiye AB ayarında çalışıp üretmediği halde çağ atlaTILdı.  Böylece Türk halkı ve Seydişehir işçisi çağ atladı. Buna göre İnsan olmanın gereğini ve gerekenlerin hepsine sahip olmaya başladı. Ev, araba, seyahat ile ailesel ve kişisel ihtiyaçlarını şehir içinden ve dışından, gidermeye başladı.

Sonrasında Seydişehir dışına çıkmaya başlayan işçi Dışarıda gördüğü çeşit ve fiatlar ile buradaki fiatları karşılaştırdı. Bu sebeple ne kadar fahiş fiata uğradıklarını anladı. Lakin 1985 sonrası her şey dolar ile hesaplanma yoluna gidildi.İşçi mecburen artırdığı parasını dövize yatırmaya başladı. Böylece Alüminyum fabrikasında üretilen süt çarşı esnafına az gelmeye başladı. Bazı ihtiyaçlarını daha ucuza şehir dışından karşılamaya başlayan işçi esnafın gözünde düşman olarak görünmeye başlandı.

İşçi tamamen haklı mıydı? Haksız olduğu yerlerde vardı. Mesela:

1992-98 yıllarında işe girmiş 3-5 yıllık yeni işçi maaşları eski işçinin maaşına yetişti. Bu nedenle özellikle bu grup içerisinde bulunan genç arkadaşlarımız, bir anda ummadıkları bir refaha kavuştular.

Nasıl mı? Toplu Sözleşmeler yapılırken eski ve yeni işçilere farklı zamlar verilmeye başlandı. Eski işçi arkadaşlara (mesela) % 15 – 20 zam verildi. Azınlıkta olan ve yeni işe giren arkadaşlarımıza % 50 zam verildi. Böylece tüm işçiye verilen zam ortalaması, %30-40 gibi yüksek gösterildi. Bu nedenle eski işçi az zam aldı. Sonuç olarak Türk ve Seydişehir Halkı kandırıldı.

Ummadıkları bir refaha erişen bazı gençlerin, aşırıya kaçan nahoş hareketleri Seydişehir halkının tepkisini çekti. Lakin buna neden olan maddi güçlerinin yanında alım güçlerini kolaylaştıran etkenler vardı. Buna göre zaman içerisinde gelişen teknoloji, kolaylaşan üretim, kredi ve rekabete dayanan ticari kolaylıkları unutmayınız.

Bazı ihtiyaçlarını daha ucuza şehir dışından karşılamaya başlayan işçi esnafın gözünde düşman olarak görünmeye başlanıldı. Ayrıca Seydişehir Eti Alüminyumun Özelleştirilmesi ve diğer Kurum satışlarında halkın işçiye düşman olasının diğer sebebi ise:. Hükümetlerin sendikal sözleşmeler sırasında dile getirdiği, halkın kulağına soktuğu bir anlatım şekli vardı.  Emeklilik yaşı geldiği halde emekli olmayıp, hala çalışan, iş yerinde uyuyan işçiler var!

Türk ve  Seydişehir halkı geçmişin verdiği bir hırsla bu açıklamalara sahip çıktı. Daha sonra Emekliliği gelen işçi, emekli olsun. Bizim çocuklarımız çalışsın, demeye başladı.

Ey bu konuşmalara sahip çıkan  Seydişehir (Türk) halkı. Emekli olabilecekken hala çalışan iş yerinde uyuyan sadece işçi ve işçiler mi? Emekli ola bilecekken hala çalışan iş yerinde uyuyan her meslekten MEMUR YOK MU? Neden aynı terane memur için söylenmiyor!  Memurun tecrübelisi gerekli de, işçinin tecrübelisi gerekmiyor mu? Yoksa hep sakızlara mı dolanıyorsunuz?

NOT:. Fabrikada çalışırken tanış olduğum ve 4 C li olarak şuan devlet dairelerinde çalışan arkadaşlarla görüşürdüm. Fabrikada çalışıyor olsalar idi alacakları maaşın yarısına talim eden arkadaşlara sorardım. Şuan olması gereken hakkınızı verseler, fabrikaya döner misiniz? Hiç biri ben dönerim demedi. Bizler fabrikada iken, ölmüşüz, diyorlardı.

Ne demek istediklerini birazcık aklı olan varsa, düşünsün!

2Seydişehir Eti Alüminyumun Özelleştirilmesi zamanında İşçinin, Seydişehir halkının desteğini kaybetmesinde hatası vardı. Ama bu hata kısmen işçinin kendi hatası idi. Dikkatinizi çekerim ‘kısmen‘.

Seydişehir ve civar köylerinde yerleşik işçiler var. Özellikle çiftçilikle uğraşan bazı VARDİYALI işçiler, halkın arasında iken utanmadan bazı itiraflarda bulunmuşlar.  Ben gündüz bahçemde çalışır, işe gittiğimde orada  uyurum! diyen olmuş. Kendini bilmez, Allah ve kitaptan dem vuran, ahlaksız arkadaşlar mevcut idi.

   Yalnız Bir anlamda ‘uyumaya’ gelenler var idi! Ama nasıl?

Dışarıdaki kişi, fabrikaya  yatmaya gelenin ne iş yaptığını bilemez. O kişi işçinin söylediğini bilir. Haklılar da. Kamu iş yerlerinde  çalışan kişiler, yapacağı işe ve çalışacağı  tezgahın kadrosuna göre işe alınır. Her işçi, kadrosunda çalıştırılır ve kendi işinden sorumludur. Her hangi bir şahsın işinde olduğu gibi, kamu işçisine Gel burada çalış Git orada çalış diyemezsiniz. Diyecek olan teknisyen ya da Mühendis, o işçi arkadaşın isteği karşısında, yazılı bir kağıt verip her türlü sorumluluğu üstlenmek durumundadır.

Yazılı kağıdı veremediği an, git başka yerde çalış deme selahiyetinde değildir. Şayet işçi  ALLAH; KİTAP, VATAN diye gider ve başına bir iş gelirse, O zaman TEK SUÇLU İŞÇİ olur. Adı üstünde devlet ve devlet dairesi, kamu iş yeridir.  Memur içinde böyledir, işçi içinde.  Ne yazık ki Türk halkının gözünde, işçinin adı var.!! Bir zamanlar başbakanlık yapmış Tansu Çiller: İşçiye verilen para, PKK’ya gider demişti.

Seydişehir Eti Alüminyumun Özelleştirilmesi ve diğer Kurum satışlarında halkın işçiye düşman olasının diğer sebebi ise:. Kamu fabrikalarında çalışan işçilerin kimi 7,5 saat veya bu zamana yakın sürede  işinin , tezgahının başından ayrılamaz. Kimileri de 7,5 saat eline iş almaz. Almaz derken, tezgahların  veya değişik iş yerleri arasında elinde 1-2 malzeme ile dolaşır durur. Esasında dolaşması bile iş yapmasıdır. Bu kişilerin ilki seri üretimde çalışırken diğeri, getir-götür bir başkası ise Elektrik ve Makina Bakım işinde çalışmaktadır. Üretimin durduğu yerde, 7,5 saat eline iş almayan veya sabahtan akşama kadar dolaşan kişi, çalışmaya başlar. Düzen bu şekildedir.

Efendim “Niye yatacak, vatan, millet adına gitsin yardım etsin! Başka yerde çalışsın! ” demekle, iş olmuyor.

Şayet işçi kendi isteği veya başındaki yetkilinin  sözlü  talimatı ile, kadrosu dışında bir iş yapar ve başına bir iş gelirse:.  O  işçiyi sözlü olarak işe gönderen yetkili  Ben gönderdim, DEMEZ. Yanan, işçi olur. Yine iddia ederseniz, O zaman ben size en az 10 şahitli bir iş kazasının hikayesini anlatırım.  Hal böyle iken yine suçlu; İŞÇİ OLUR. Vesselam. İşçi arkadaşlar arasında iş yerine gerçekten yatmaya gelen kişiler olmuştur. Ama bu kişiler bir elin 10 parmağını geçmez. Ama bir çürük elma, bir kasa elmayı çürük eder.

3 – Diğer önemli bir etken. AKP Konya Milletvekili ve Seydişehirli hemşehrimizin radyoda ve çeşitli mahalli yerlerde söylediği ve tekrarlanan. Eski işçi işten çıka-rıla-cak, onların yerine 5.000 -beşbin- genç işçi alınacak açıklaması, işçiye kin duyan Seydişehir halkının aklını başından almaya yetti, arttı bile. Böylece çalışan Eti Alüminyum işçisi, halkın desteğinden mahrum kaldığı gibi, garezine bile uğradı.

Not: 2016 -17 yılı itibari ile Ce-Ka Eti Alüminyum’da çalışan işçi sayısı: 1200  kaynak: Seydişehir’in Sesi gazetesi

Kamuda iken çalışanlar ise: 1400 kadrolu işçi + ≈ 700 taşeron işçisi + 400 memur =  2500 kişi ekmek yiyordu. Ya şimdi? 1200 kişi.  Gelelim en önemli 4.  şık.

4 –  İşçinin temsilcisi, savunucusu  olması gereken! Hak İş’e bağlı Öz Çelik  İş sendika’mız! (Karabük Demir Çelik fabrikalarında olan örneğinde olduğu gibi) kendi menfaatleri yönünde  bir pay çıkartma telaşına düştü. Fabrikanın satışında hesaplanmış olan hisselerin, % 14’nü alabilmek için, gayret göstermeye başladı.

Bu gayretleri sırasında sendikal çıkarları, işçi çıkarlarının üstünde sayıldı. % 14‘lük hissenin adı ‘Altın Hisse’ olarak addediliyordu. Hükümet ve/veya fabrikayı satın alan şirket ile yaptıkları pazarlıklar fayda vermedi. Sonunda o ana kadar akıllarından bile geçirmedikleri gerçek görevlerini hatırladılar.

Pazarlıkları olumlu gelişse idi  Sendika işçiye dönüp -Oturun oturduğunuz yere, kıpırdayanı mahvederim, diyebilecek durumda olacaktı. Ama sendikadaki hesap, Özelleştirme İdaresinde onay görmeyince; Seydişehir’e gelip sendika’cılık oynamaya  başladılar.

Ayrıca, bir önceki yazımın sonunda belirttiğim konuyu burada da  vurgulamamda fayda var. Seydişehire bir akşam vakti gelip genel müdürlük sahası içerisinde konuşan Başbakan RTE’ nı alkışlayan işçinin % 90’nı taşeron firmada çalışıp: – Fabrika satıldığı zaman    kalifiye işçi – usta  olacağız, diyen gençlerdi. Bunların haricinde, uzaktan dinleyip – seyredenlerin haricinde, kendi geleceğinin vehametinde olmayan, geleceğini düşünmeyip sırf  yaranma telaşında olan ≈ 50 kadrolu işçi, şak – şaklamıştır.  Buda böyle biline.  Velhasıl;

Kamu iş yerleri, herhangi bir iş yeri değildir. Devlet, çıkarttığı kanunlara bazen ters düşse de,  sonuçta istese’de – istemese’de çıkarttığı kanun ve yasalara uymak zorundadır. Dünyanın her yerinde de böyledir. Devletin Başbakanı, Bakanı, Müsteşarı, Müdürü , Şefi, Makina Mühendisi , Teknisyeni aracılığı ile bu sorumluluğu alamıyorsa, işçiyi suçlamanın alemi ve gereği yoktur. ( Bu yazdıklarıma bir itirazınız olursa, lütfen YORUM kısmına yazınız. Ben cevabı-nızı-  vereceğim.)  9 Kasım 2011  ——

17 Haziran 2005 yılında yapılan satışı Danıştay,  27 Kasım 2007 tarihinde iptal etti.

24 Mart 2015 tarihli Aydınlık Gazetesi: CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın önergesini yanıtlayan;  Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YıldızBedava verilen barajdan Ce-Ka 3 katrilyon TL kazandı. Seydişehir  Eti Alüminyum Fabrikasını çalıştırmak üzere bedelsiz verilen Oymapınar Barajında 2011 – 2014 arası üretilen elektriğin yüzde 86.8’inin piyasaya satdığı ortaya çıktı…..  “Oymapınar Barajı, Seydişehir Eti Alüminyum Fabrikası çalıştırılsın diye Cengiz İnşaat’a bedava verilmiştir. diyor.

Bu açıklamadan şu sonuç çıkıyor. Oyma Pınar Hidro Elektrik Barajı, Fabrika çalışsın diye degil! Şirketin nakit para ihtiyacı için verildiğini ortaya koyuyor. Bu kadar açık hukuksuzluğa rağmen, ‘Oyma pınar Barajı geri alınmıyorsa, Cengiz İnşaat’ın cebine O gün için cebine giren yaklaşık 3 katrilyon lira geri alınmıyorsa, burada iktidarın da ortaklığı söz konusudur. Oymapınar Barajı Cengiz İnşaat’a dolaylı olarak da AKP’ye para akıtıyor.” 11.2016    ALBAYRAK

BABAM LAZOĞLU ŞÜKRÜ ve SEYDİŞEHİR.

BABAM LAZ OĞLU ŞÜKRÜ ve SEYDİŞEHİR.

     Temmuz 2024. <strong>Babam Lazoğlu Şükrü ve Seydişehir sayfası ‘Çakal oğlu’ Mehmet ile başlamış oldu. İlk bölüm: Babam Lazoğlu Şükrü Usta, ile Seydişehir öncesi yaşanmışları aktarmıştım.

1940 – 50 yılları, sanatkarın olmadığı, olanlarında parmakla gösterildiği zamanlardır.  Burada  herkesin işine koşar. Bileğinin hakkı ile kendini kabul ettirir. 1950 yılında Seydişehir’de çalışmaya   başlar.

Akseki! O zamanlar sahil kenarları pek makbul olmadığı için, bu yüzden halkının bir bölümü Seydişehir’e gelmişler.

Aksekili ailelerden biri olan Hasan Baran’ın yanında çalışmaya başlar. Böylece 1951 -1957 yılları arası burada çalışır. Ne var ki Bu aile ile olan ahbaplığımız, bundan sonra son nesilleri olan torunları (2024) üzerinden devam edecektir.

  • HAPİSHANE  HATIRASI

Bu bölüm Babam Lazoğlu Şükrü ve Seydişehir yaşanmışlığının kötü bir hatırasıdır. Babam; 1953 – 54 yılları arasında, Beyşehir istikametinden traktör ile buğday  getirir. Bu yol üzerinde ve Akçalar Kasabası yakınında yer alan Çifte Köprüler üzerinde iken, bir şekilde traktörün arkasındaki römork; bağlantısının yerinden ayrılması neticesinde köprüden çaya düşer. Römork üzerinde olan kişilerden biri ölür.

Trafik kazası sonrası babam Seydişehir Hapishanesine girer. Hapishane arkadaşları Bozkır ilçesinden Ethem ve başka vilayet ten gelen, Hamdi idi.

Ethem amca, kısa boylu, zayıf biri. Diğeri Hamdi ise,  iri yarı ve kilolu imiş. Babamın, bu arkadaşı ile unutamadığı ve bizlere de  aktardığı bir anısı var idi. Mahkumların, aydınlatmaya çıkartıldığı bir gün de Hamdi, babama :

– Şükrü: Sende para yok, bende para yok. İkimiz para kazanalım, der. O an orada bulunan mahkumlar pür dikkat kesilirler. Babam – Olur ama, nasıl kazanacağız?  –

Kolay, senin burnuna halka takalım. Ben tef çalarım, sen de ayı gibi oynarsın, böylece para kazanırız, der.        Babam : İyi ama, ayı oynatmanın da  bir  şarkısı var. Sen biliyormusun?

– Hayır, der Hamdi.  Bu sefer hapishane arkadaşları babama;  – Sen biliyormusun?, diye sorarlar. Babam :

– Evet, der. Ve şarkısını söyler.

Ayımın gözleri humar. – Birini açar, birini yumar

– Ağalardan bahşiş umar. – Vay ayı, vay koca dayı, diye dörtlüğü söyler.

Bu sefer bütün mahkum arkadaşları Hamdi ‘ye;

Hamdi, sen ayı olacaksın;  Şükrü’de tef çalacak ve sen oynayacaksın,  derler. Konu bu şekli ile kapanır.

  • EVLİLİĞİ VE BELEDİYEYE GİRİŞİ

Babamı, yabancı olması nedeni ile evlenecek kız bulamaz. Bulsa da vermezler. Sonunda komşuları olan Karakaş  Yusuf’un kızı annem Ayşe ile anlaşırlar ve kaçmaya karar verirler. Dedem vermek istemez. Annem karşı çıkar. Ve dedem Jandarma Karakolundan ağlayarak çıkar. Bu an, Annemin unutamadığı acılı bir anısıdır. Ve evlenirler.

Daha önceleri kızlarını babama layık görmeyen aileler belediyedeki işinden dolayı namı ve adı duyulan babam için: – Böyle olacağını bilseydik, kızımızı kendi elimizle verirdik, demişler.

<strong>Babam Lazoğlu Şükrü ve Seydişehir</strong>

Babam; 1957 yılı Ocak ayında Seydişehir Belediyesine ait elektrik üretim santraline – Makinist, olarak resmen işe başlar. O zamanlar şehir içindeki ‘eski’ otobüs garajı olan yer, aynı zamanda hem elektrik santralinin, hemde haftalık perşembe Halk pazarı yerinin olduğu kesimdir.

Sene 1960. Babam, bir komşunun leblebicilik yapan oğlunu, komşularının ısrarı ile yanına yardımcı, olarak alır – aldırır. İşi öğretmeye çalışır. Her ne kadar babam –Usta olsa da, sonuçta bir yabancıdır. Dışarıda dükkanı olan ve motor tamirciliği yapan başka bir ustada,  babamın yardımcısını geliş  – gidiş, babama karşı – Sende usta oldun, bu işi biliyorsun, sana  yardım ederim, türü yönlendirmelerle babama karşı dolduruşa getirirmiş!

Babam, zamanı geldiği için elektrik santralinin genel temizlik ve bakımını yapar. Bu nedenle Buradaki fazla malzemeleri santralin arkasında bulunan belediyeye ait Un Değirmenine taşır. Bu nedenle İki büyük İtalyan dizel motorlarına ait ilk çalıştırılma anında kullandıkları ateşleme fişeklerini de buraya getirir. Yalnız önemlerinden dolayı bunları ayrı bir yere koyar.  Bu fişeklerin uçlarına pamuklu dokuma ile özel yapılmış kalınca bir halat vari yanıcı bir parça takılıyor.

Yalnız Bu fitilin dışarıda kalan ucu ateş ile tutuşturulup altı tanesinin art art seri şekilde takılması gerekiyor. Tutuşturulan uçların sönmemesi de şart. Çünkü dizel motorların kolayca çalışmasını bu ateş kıvılcımları sağlıyor. Bunları nereden biliyorum? 15 yaşımdan sonra bazen burada babama yardım ediyordum.  Mesela bir ara küçük altı silindirli Skoda jeneratör dizeli, ucu alevli bir sopa ve basınçlı hava ile ben çalıştırıyordum. Ki; diğer büyük dizellere de ilk hareketi veren, önceden tüplerine sıkıştırılmış basınçlı hava idi. Temizlik sonrası bu fişekleri koyduğu yerde bulamaz!.

Bulamadığının sebebi ise: Babamın fişekleri koyduğu yere, (bilerek bilmeyerek kasıtlı veya doğal hali ile) Değirmen ustası olan kişi; değirmene ait değirmen taşını yuvarlayarak duvara dayamış. Fişekler; değirmen taşı ile duvar arasında kalıyor. Fişeklerin bulunmayışının sebebi de bu.

Babamın işe aldırttığı kişi: – Lazoğlu, bu malzemeleri falanca şahıslara ait un değirmeninde kullandı, oraya verdi, diye konuşur ve o zamanki yetkililere bu şekilde şikayet eder. Babam her ne söylerse de, kendini aklayamaz. Ve işten çıkışı verilir. Sene 1960 başları. Seydişehir ~ 2500 nüfuslu küçük bir kasaba.

Seydişehirde 1960’lı yıllarda geçerli olan ilk meslek  #LEBLEBİCİLİK. Ki! Seydişehir de Leblebiciliğin tarihi 1300 yıllarına dayanır.  BakmayIn siz! Şimdilerde leblebicilik işi nedeni ile Çorum un adının çıktığına. Seydişehir ilk kurulduğunda İLK MESLEK LEBLEBİCİLİK İDİ.  Seydişehire Alüminyum Fabrikasının kurulması sonrası bu meslek erbabapları işlerini terk ettiler.

Sıcak Demircilik, Kalaycılık, Nalbantcılık, hayvan koşum işi yapan Saraclar, Terziler (bu işi yapan Ermeni ustalar) ve motorlu un değirmenleri vardı. Ermenilerin yoğun olduğu sokağa Gavurlar Sokağı denilirdi. Bu iş yerlerinin sahipleri ve şehir halkı babamı, yabancı olarak görseler de haliyle,  hem tamirci hem elektrik santrali baş makinisti olması sebebiyle gece gündüz ve daimi, işleri düşüyordu. Bundan dolayı seveni de, sevmeyeni de vardı.

Sonuçta babam; gerekli – gereksiz herkesle ve esnaflarla, işli dışlı olmak zorunda. Kaldı ki; vermiş olsa bile, başkasına vereceği (yedek) fişeklerden 1-2 tane olur. Buna göre Büyük motorlara takılan fişek ise 6+6= 12 adet. Sonuç olarak bu fişeklerin yedeği de olması gerekiyor. Çünkü bazıları silindir kapağından fırlayarak çıkıyordu.

Haliyle o zamanlarda ülkemizde ve Seydişehir de ‘usta’ aramakla bulunmuyor. Babamın, Mesleğinden dolayı bir şey sorana, yardım isteyene her zaman faydası oldu. Ayrıca, kendisine ihtiyaç duyulan resmi bir işi yapıp, sorunsuz olarak elektriğin üretilmesini sağlıyor. Bir şeyi daha vurgulayayım. İşin içinde – İşten çıkışı söz konusu olacak olan kişi BABAM! başkalarının menfaati için kendini harcatır mı? İster istemez kim olsa, -Bu fişekler kasıtlı saklanıldı mı! demez mi?

(Belki – Bence! Yukarıda belirttiğim yerli- yabancı anlayışı nedeni ile değirmenci ile babamın yardımcısı işbirliği yaptılar! Değirmenci Fişekleri bilerek sakladı !!?? Veya babamın fişekleri koyduğu yerden KASITLI olarak alındı. Daha sonra alanlar babamın yaptığı işinin hakkından gelemeyeceklerini anladılar ve fişekleri yerine koydular. Ama babamın çıkıcı verilmişti. Yinede – Usta fişekleri bulduk burada imiş, dediler!!! )

Babamın suçsuz olduğu anlaşılır. Ve iş başı yapabileceği söylenir. Babam kabul etmez.  Çünkü geçen zaman içerisinde babama karşı söylenen hakaret ve suçlamalar söz konusudur. Haliyle o gün için yapılan ve konuşulanları tam olarak bilmem imkansız. Ama, hoş sözler olmayacağı da kesin!

Babam Lazoğlu Şükrü ve Seydişehir

Konusunda esasında hatırlamam gereken ama sonradan hatırlatılan bir olay daha var!  Babam, belediyedeki işinden ayrıldıktan sonra; Yazımın başlarında belirttiğim ‘Çakal Oğlu’ Mehmet benzeri bir olayı bu sefer Seydişehirli jeepci taksici Hüseyin Gülpınar ile yaşar. 1960 yıllarda arazi arabası Amerikan malı ulaşım araçları var. Sayısı belki beş adet.

1. Bölümde yazdığım gibi bu sefer Hüseyin Gülpınar, aynı teklif ile: Sermayesi benden – ustalık senden der ve tamirhane dükkanı açarlar.

Burada fazla kalmaz. Nedenini bilmiyorum. Belki Gülpınarın oğlu Mehmet Gülpınar’dan öğrene bilirim. Ankara’ya  çalışmaya gider. Sene 1960 yılı ortası. Bu kısmı çok iyi hatırlıyorum. Rahmetli Dedem ‘Karakaş Yusuf’ ile Ankara’ya babamın yanına gittik. Babamın bana aldığı uçan balon, otel odasında karyolanın altına kaçmıştı.

  • İZMİT/ GÖLCÜK  VE SEYDİŞEHİR

60 lı yıllarda ABD malı  çeşitli amaçlı makinalar, Türkiye nin bir çok yerini kaplamıştır. Bu sebeple Babam Ankara da sanayide çalışırken  İzmit Gölcük’te modern Abd malı binek arabaların tamirhane servisi sahibi olan Teyzesinin oğlu Osman Bekar Babamı çağırır. Burada arabaları tamiri, katalog üzerinden yapılıyordu. Böylece 1961 – 62 senelerinde, İzmit – Gölcükte ikamet etmek durumunda kaldık.

Bu arada babamın işe aldırdığı yardımcısı santral makinisti oluyor. Ayrıca, aslen Seydişehir’li olup Seydişehir dışında motor tamirciliği yapan başka bir (İbrahim) ustanın, şehre gelmesi ve santral makinistine dışarıdan yardım etmesi sağlanmış.

Ne var ki  Seydişehir de kuytu köşelerde yapılan konuşmalar ve ayarlamalar,  elektrik santralindeki 6+6=12 adet fişekle çalışan 2 adet büyük (8 – 10 mt uzunluğunda) İtalyan ve 1 adet küçük (5 mt) Çekoslavak malı jeneratörlerin, randımanlı çalıştırılmasına bildikleri, kafi gelmez. Olan arızalar yapılamaz yada yeterli olmaz.

1960 ihtilalî sonrası 1962 yılında yapılan seçimler neticesinde askeriyeden emekli Binbaşı Nevzat Akbaş, belediye başkanı olur. Her ne kadar belediye başkanı Seydişehirli olsa da, devamlı dışarıda olmasından dolayı, santralin çalıştırılma durumunu ve geçmişini bilmemektedir. Fakat başta Seydişehir halkının bildiği bir şey var. Buna göre Şehir de elektrikler düzgün verilememekte, motor arızalarının sonu gelmemektedir. Halkın şikayeti artmaktadır.

Belediye Muhasibi Erol Ulutaş O zamanlar, Lazoğlu Şükrü nün geçmişte başına gelenleri  bilmekte, takdir etmektedir. Ama yapa bileceği bir şey yoktur. Vakti saati geldiği için Bu nedenle durumu Belediye Başkanına iletir. Nevzat Akbaş: Lazoğlu her ne yerde ise bulun, gelmesini sağlayın, der.

Hatta bizzat başkan, dedemin evini bu maksatla ziyaret bile etmiş. Sonuçta Belediye Başkanı ‘Karakaş‘  lakaplı Yusuf dedemi  Gölcük’e, babamı Seydişehire dönmesi için ikna etmeye gönderir.  1962 sonlarında Babam ve biz şehre dönüş yaparız. Babam bir süre belediye ile anlaşmalı olarak, gündüzleri açtığı tamirhanede, geceleri de elektrik santralinde çalışır. Çünkü Seydişehir halkının, örnekte olduğu gibi kendisine ne yapacağını bilemez!

  • TEKRAR SEYDİŞEHİR

Babam Lazoğlu Şükrü ve Seydişehir

Bundan sonra Babamın Seydişehire ikinci ve sonuncu ‘çıkışı’ olur.  Bir şekilde babamın işten çıkartılmasına neden olan kişi, babamın akibetine uğrar. Haliyle, elektrik santralında tek kişi olarak çalışırken bu sefer, belediyede şoför olarak çalışan başka bir arkadaşı; Kardeşini işe almasını ister. Ve bu seferde bu kişi ile çalışmaya başlar.

Gündüzleri, bazen öğleden önce  10 – 11,  öğleden sonrada 13 – 15 saatleri arasında elektrik verilirdi. O zamanlar şehrimizde geçerli meslek olan ‘leblebicilik‘.  Tamirciler, leblebiciler için her gün ve haftada bir Çarşamba günleri gündüz film oynatan sinemacı için, elektrik elzem idi.

Akşamları verilmeye başlanan elektrik, gece 24⁰⁰ kesilmeden önce halkın bildiği ve babamın uyguladığı bir yöntem vardı. Babam, gece saat 23.30′ a doğru elektrikleri 2 – 3 sefer keser  verirdi. Bundan amaç, yatmamış ve gezmede olan kişilere, yatmaları veya evlerine gitmeleri konusunda, bir ikaz idi.

Ancak 1960 lı yıllarda daha elektriği olmayan köy ve kasabalarımızın olduğunun bilindiği bir zamanda, dramatik bir hatırayı aktarmak istiyorum.

Günün birinde bir köylü vatandaş, şehre gelir. Babamın işten atılmasına sebep olanlardan ustaya uğrar ve bir kaynak işinin yapılmasını ister. Usta – Şu an elektrik yok, geldiği zaman yapalım, der. O güne kadar elektriğin ne olduğunu bilmeyen vatandaş ustaya; – Nerede ise bana söyleyin, ben gidip getireyim, der. Ustanın  muzipliği tutar.  O an atölye içinde bulunan ve halkımızın özellikle alış verişlerde kullandığı söğüt dalından örülmüş üsten saplı büyükçe bir sepeti gösterip:

Peki şu sepeti al, garaja git. Orada fabrikada Laz oğlu isminde usta var, onu bul, selamımı söyle sana biraz elektrik versin, al gel, der. Vatandaş sora sora babamı bulur. Ve  SA – AS Usta, beni usta gönderdi. Şu sepete biraz elektrik veriver, benim işimi yapacak, demiş. Babam, güler misin  – ağlar mısın! adama acıdım, derdi.

Yalnız Dikkatinizi çekerim 1960’lı yıllarda Türkiye de  makine ve teknikleri konusunda tek yetkili kurum olan Makina Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) var.  Bildiğim kadarı ile belediyeye ait olan iki adet büyük İtalyan, bir tanede küçük  Çekoslavak malı motorlar için  ‘Çalıştırılamaz‘  raporunu vermiş.

Ancak babam, elektrik santral ve motorlarını, Seydişehir’in enterkonnekte sistem ile Türkiye çapında genel elektrik  sistemine geçtiği 1969 yılında motorları, çalışır vaziyette teslim etmiş ve santrale kilit takılmıştır..

KAHIR BİTMİYOR!

Babam; 1965 yılında Alaylar mahallesine bir ev yaptırmaya başlar. 1966 yılında da Etibank Alüminyum Fabrikasının temellerinin atılması ile işçi alımları başlar. Rahmetli Nevzat Akbaş; O zamanlardaki Etibank Alüminyum Fabrikası yetkililerine şifaen-

Belediye elemanlarından Lazoğlu Şükrü HARİÇ istediğinizi – isteyeni işe alın, demiş.

Babam evimizin yapımı anında kendisine yardımcı olan Nevzat Akbaş’ın katkıları nedeni ile hem Etibank’a geçmek için gayret etmemiş. Hemde bir ara Almanya ya gitmek istemiş. Bu sefer Konya da İşçi Bulma bürosunda çalışan Seydişehirli’nin görevlinin vazgeçirtmesi ile Almanya ya bile gitmekten vazgeçmiş. Lakin Elektrik Santrali kapatılınca İşçi statüsünde o zamanlar görevinden dolayı iyi maaş alan babamın statüsü Memurluğa çevriliyor. Ama! İlk Okul Diploması yok.

1980 Darbesi sonrası Seydişehir Kaymakamı aynı zamanda Belediye başkanı olmuş. Babam ve yardımcısı memurda olsalar mesleklerinden dolayı Tamirhaneye gönderilmişler. Yardımcısına Takım Haneci görevi verilmiş.  Bu görevde olan kişi, yanında başkası yoksa veya işgüzarlığından dolayı memur olmasına rağmen Cumartesi günleri bile çalışmış veya mecbur kalmış. Babamda Cumartesi  Pazar günleri tatil yapmış.

Bu sefer yardımcısı O zamanlar 12 Eylül sonrası belediye başkanlığı görevi yapan kaymakama: – Ben cumartesi günü memur olduğum halde çalışırken Lazoğlu çalışmıyor diye  şikayet ediyor. Ne yazık ki Kaymakam / Belediye başkanı kişide babamı, cumartesi  günüde çalışmaya mecbur ediyor. O zamanlar babam bu duruma çok üzülmüş ve işe aldırdığı kişiye de çok kızmış ve bu kişi ile de muhabbetini kesmişti.

Danıştaya açtığı mahkeme sonunda, Fazladan çalıştırıldığı 12 iş gününe ait  tatili mahkeme kararı ile aldı. Ve babam,  1982 yılında emekli oldu. Ömrü hayatı, gece gündüz hep çalışmakla geçmiştir. . Bir hatası vardı. Çok sigara içer, eksoz gazı içinde – mis, derdi.

  • GÜRCİSTAN BATUM ve SEYDİŞEHİR

1969 yılında Zonguldak lı bir kişi Gürcistan  Batum da yaşayan akrabalarını görmeye gidecektir. Yanında akrabalarına ait bir çok resimleri de götürür. Zonguldaklı kişinin, Batum da misafir olacağı aile, babaannemi tanımaktadır. Ayşe babaanneme: -Ayşe, Türkiye den bir akrabamız geldi. Sen de gel, hasretlik giderirsin, diye çağırırlar.

Babaannem gelir. Zonguldaklı kişinin getirdiği resimlere bakar. Resmin birinde gördüğü bir erkek için: – Bu, falanca değil mi?, diye sorar. Sorduğu kişi ÖZ ablasının oğlu ve yeğeni olan, Asım Özbostancı’dır.

Türkiye ye gelen Zonguldak’lı kişi, hemen Asım amca ile irtibata geçer. Asım amca, biraz zorlanarak Hürriyet Gazetesi aracılığı ile babamın adresini bulur ve mektup yazar. 1970 yılından 72 yılına kadar Azerbaycan – Bakü ve Türkiye – Seydişehir arasında yapılan yazışmalar neticesinde: Babaannem Ayşe, Halam Fadime ve kocası Abbas Abbasof, T. C. ve S. S. C. B. ne yapılan başvurular neticesinde, 42 yıl aradan sonra 1972 Mart ayında Türk topraklarına ayak basarlar. 

Amcam Hamdi YUSUFZADE, birkaç kez Türkiyeye geldi. Şuan Azerbaycan Bakü de, halamın 4 kızı, torunları ile babaannemin ikinci kocasından olan torunları var. Ben 2004 yılında, Azerbaycan’a gidip, Büyükbabamın doğduğu, babaannemin yaşadığı ve kabirlerinin olduğu toprakları gördüm.

  • KIYMET BİLMEZLİK

Acı ve ıstıraplar arasında geçen bir ömür, yardımcısı  ile küs olarak; 01 . 01 . 1987 perşembe günü ve saat 08.10′ da 61 yaşında sona erdi.  12.2011

Bu yazdıklarım; Seydişehirli olmayan birileri için, bir anlam ifade ediyor mu? Ettiğine eminim. 

Lakin Söğüt altında ıslık çalan kişi! Seydişehir’in tarihi geçmişi olarak anlatılırken! Ömrünü Seydişehire adamış, Mesleğinden dolayı Kaymakamdan bile iltifat ve sayğı görmüş Lazoğlu Şükrü için, yazılı ve sözlü basında iki cümle bile çok görülmektedir. 05.09.2021 Pazar

Öyle ki, facebookta Seydişehir’in geçmişleri anlatılırken Laz Oğlu Şükrü hatırlanılmadı bile. Ben Babamı ortaya attığımda bir bayan; YAŞASIN BİZİM YERLİLERİMİZ DEDİ. 08.2024